18 Aralık 2012 Salı

Drakula İstanbul'da (1953) Sinema


Bu yazıda size, ilginizi çekebileceğini umduğum bir filmi tanıtacağım. Filmin adı “Drakula İstanbul’da.” Yönetmenliğini Mehmet Muhtar'ın üstlendiği 1953 tarihli bu korku filmi, Türkiye’de ve Dünya’da birçok açıdan ilklere sahiptir. Filmin senaryosu; Bram Stoker'ın “Kazıklı Voyvoda” romanından Ali Rıza Seyfi tarafından uyarlanmıştır. Filme çok küçük ve kısıtlı bir bütçe ayrılmasına rağmen 1953 teknolojisine göre oldukça ustaca çekilmiştir.

Bu filmi dünya sinemasında önemli yapan ise: Drakula rolünü üstlenen usta oyuncu Atıf Kaptan’ın dünya sinemasında uzun ve keskin köpek dişleri gözüken ilk vampir olmasıdır. Dünyada daha önce çevrilmiş olan vampir filmlerinde vampirlerin sivri köpek dişleri bulunmamaktaydı, ancak bu filmden sonra Hollywood sineması vampirlere köpek dişi takmayı akıl edebilmiştir.

Değeri çok sonraları anlaşılan bu eser, ABD’de düzenlenen korku filmleri festivalinde ayakta alkışlanmıştır. Ayrıca film, orijinal romanı bire bir taklit etmek yerine özgün bir yorumla sinemaya aktarıldığından diğer vampir filmlerine göre ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştur.

Film görsel efektleriyle olmasa da, muhteşem dış çekimleri ve 1953 İstanbul şehir manzaralarıyla bu açığını kapatmaktadır.

Filmin konusunun baş kısmını biraz özetleyeyim. (Açık renkle yazılan kısım spoiler içerir)

Filmin başkahramanı olan Azmi (Bülent Oran), İstanbul’da yaşayan bir avukattır. Romanya’da yaşamakta olan Drakula isimli şahsın avukatlığını üstlenen Azmi, bunun için tren ile Romanya’ya gider. (Henüz Drakula'nın vampir olduğunu bilmemektedir)

Trenden iner inmez Romanya’da önceden kendisine Drakula tarafından yer ayırtılan Bistriç Oteli'ne giden Azmi, orada Drakula’dan bir mektup alır. Mektupta, Azmi'ye kendisini şatosuna götürecek olan arabanın buluşma yeri ve saati (gece yarısı 02:00) tarif etmiştir. Ancak başta otel sahibi karı-koca olmak üzere, kasabadaki hiç kimse, Drakula’nın arazisine gitmek istememektedir. Ayrıca herkes ısrarla Drakula hakkında konuşmaktan kaçınmaktadır. Bu durum Azmi’yi kuşkulandırmaktadır.

Otel sahibi adam bir şoför bulmak üzere dışarı çıkar. Bu arada kocasının uzaklaşmasını fırsat bilen kadın, bu günün 14 Aralık olduğunu ve bu gece saat 12'de bütün uğursuz mahluklar, kötü ruhların ve hortlakların serbest kalacağını söyler, işte bu yüzden kimsenin Drakula’nın arazisine girmek istemediğini, burada kötü mahlûkların ve ruhların cirit attığını, hatta oğlunun da geçen sene söz dinlemeyip burada öldürüldüğünden bahseder. Bu sırada kadının kocası yanında şoför ile döner. Yüksek bir ücret ve bahşiş ile kasabanın tek otomobil sahibi olan bir şoför, Azmi’yi buluşma yerine kadar götürmeyi kabul eder. Azmi'yi şatonun yakınlarında bir yer olan buluşma yerine götürüp hemen geri döner.

Azmi'yi buradan bir at arabasıyla Drakula'nın uşağı alır. Drakula'nın şatosuna varıldığında kapıyı bizzat Kont Drakula (Atıf Kaptan) açar. Azmiyi içeri davet eder ve saatin geç olduğunu şatoda şu an hiç bir yardımcısının bulunmadığını bu yüzden kendisine bizzat yardımcı olacağını söyler, üzerini değiştirip rahat bir şeyler giydikten sonra sonra yemeğe inmesi ister.

Azmi yemek salonuna indiğinde Drakula onu salonda beklemektedir kendisinin yemekte Azmi’ye refakat edemeyeceğini, çünkü daha önceden yemeğini yediğini söyler. Azmi Drakula'ya kasabadaki insanların neden bu araziye gelmek istemediklerini sorar. Drakula kendisinin III. Vlad (Kazıklı Voyvoda) soyundan geldiğini, bu yüzden de halkın kendisini, atası olan III. Vlad gibi zalim sandığını söyler. Ancak kendisi hakkında çok yanıldıklarını ve bunu kendisinin de göreceğini ifade eder.

Drakula İstanbul’da kendisine birkaç köşk almak istemektedir ve bununla ilgili hukuki işlemlerin Avukat Azmi tarafından yapılmasını talep etmektedir. Bu arada Romanya’da posta hizmetlerinin çok kötü olduğunu mektupların normalden 10 gün kadar gecikmeli gittiğini bu yüzden Azmi’ye İstanbul’daki ailesine geçmiş tarihli üç mektup atmasını söyler. Azmi bu durumdan şüphelenir.

Daha sonra Drakula ile konuştuğu bir sırada yanlışlıkla eline kalemi batar ve eli kanamaya başlar bunu gören Kont Drakula Azmi'nin kanını içmemek için kendisini zorlukla tutar.

Kont Drakula, Azmi’ye kendisinin gün boyunca şatoda olamayacağını (çünkü Azmi bunu henüz bilmese de, Drakula vampir olduğu için gündüzleri tabut içinde uyumaktadır) ertesi akşam görüşeceklerini söyler, şatoda rahatına bakmasını söyler.

Azmi şatonun içinde ufak bir keşfe çıkar ve koridorlarda dolaşmaktadır. Ancak kendi odası dışındaki bütün kapılar kilitlidir. Kilitli kapıları açmaya çalışır ancak başaramaz. Aşağı kata indiğinde orada Drakula'nın uşağına rastlar, uşak Azmi’ye kilitli kapıları açmaya çalışmasının doğru bir davranış olmadığını söyler. Ayrıca koridorlarda yada şatonun başka bir yerinde üzerine uyku çöktüğünde kesinlikle odasına dönmesi gerektiğini, odası ve kütüphane dışında bir yerde uyuya kalmamasını, zira yanlış yerde uyuyanların korkulu rüyalar görebileceğini sıkı sıkı tembih eder ve Azmi'ye kütüphanenin anahtarını verir.

Azmi kütüphanede bir Türk profesörü Doktor Naci Eren'in yazdığı Batıl itikatlar, hortlaklar, vampirler ile ilgili Türkçe bir kitap bulur, kitap vampirlerden, güçlerinden ve biçim değiştirme özelliklerinden bahsetmektedir, ancak vampirlerin nasıl öldürüleceği ile ilgili kısımlar kitaptan kopartılmıştır. Bu garip olaylar Azmi'yi iyice kuşkulandırmaktadır.


Bunun üzerine Azmi, Drakula'nın olmadığı vakit  şatonun gizli kısımlarını araştırmaya başlar ve bir mekanizma ile açılan gizli bir oda bulur.

Filimde heyecan ve sırlı olaylar bundan sonra başlamaktadır. Ancak ben anlatımı burada kesip, size filmin linkini veriyorum. 103 dakika uzunluğunda olan ve Türk sinema klasiklerden sayılan bu filmi aşağıdaki pencereye tıklayıp izleyebilirsiniz.


Film elbette ki günümüz Hollywood sinemasının teknolojisi ve görüntü efektleri ile boy ölçüşemez ancak yine de bundan 60 yıl öncesinin teknolojisiyle, sinemamızın kendi imkânlarıyla çevirdiği güzel bir film ve uyarlamadır. Özellikle 1950-1970 yılları arasında Yeşilçam’da iki tür film çevrilmekteydi bunlar melodram ve komedi filmleriydi. Drakula İstanbul’da filmi korku tarzı filmlerle Türk Sineması’na bir yenilik getirmiştir. 

Film’de kullanılan Türkçe’de zaman zaman dönemin unsurlarına rastlanmaktadır. Örneğin “Sayın Profesör bu hususta bizi tenvir ederseniz seviniriz” (Sayın Profesör bu konuda bizi aydınlatırsanız seviniriz) gibi.

Film’in Künyesi

Yönetmen
Mehmet Muhtar
Yapımcı
Turgut Demirağ
Senarist
Ümit Deniz, Ali Rıza Seyfi, Bram Stoker (roman)


Oyuncular
Atıf Kaptan
Kont Drakula
Annie Ball
Güzin Arsoy
Bülent Oran
Azmi
Ayfer Feray
Şadan
Cahit Irgat
Turan
Osman Alyanak
Doktor Resuhi Bey
Ahmet Danyal Topatan
Mezarlık Bekçisi


Müzik
Turgut Demirdağ (fon müziği), Karlo Kopocelli (orkestra şefi)
Görüntü yönetmeni, Kurgu
Özen Sermet
Stüdyo
And Film, Erman Film (dublajlama)
Cinsi /Türü
Sinema Filmi / Korku
Yapım Yılı
1953 Türkiye
Vizyona Giriş
4 Mart 1953
Süre / Dil
103 Dakika / Türkçe
Diğer Adları
Dracula in Istanbul

Filmden bazı sahneler



Umarım hoşunuza gider,
Misharo

13 Aralık 2012 Perşembe

Sisifos (Σίσυφος)



Bir ölümlü olan Sisifos (Σίσυφος); Tanrılara her seferinde kafa tutmaktan geri durmamış akıl ve kurnazlığıyla onlara canlarından bezdirmişti. Ölümsüz Homeros (Όμηρος) bile Odiseus adlı destanında ondan gururla söz etmektedir.

Korintos kentinin kurucusu ve ilk kralı olan Sisifos, şehirde iki liman kurmuş ve bu limanlardaki güçlü ve büyük gemi filosuyla krallığını Akdeniz’in zengin krallıklarından biri haline getirmişti. Ülkenin zenginliği gibi, Sisifos’un aklı ve kurnazlığı da dilden dile dolaşmaktaydı.

Bu söylencelerin birinde, zamanında Attika’da yaşayan Autolikos (Αυτόλυκος) isminde adında, bir sığır hırsızı bulunmaktaydı, bu pervasız hırsız, kralların bile sürülerini çalmakla nam salmıştı. Bir gün bu hırsız Kral Sisifos’un da sürülerini çalar. Ancak Sisifos tedbirli ve zeki bir kral olduğundan hayvanlarının tırnaklarına önceden kızgın demir ile kendi ismini yazmıştı. Böylelikle hem hırsızı yakaladı, hem de sürüsünü geri aldı.

Tüm bunlar olurken hırsız Autolikos’un kızı Attika kralı Leartes’le evlenme arifesindeydi, Sisifos bundan bir gün önce gelinin kalbini çelerek gerdeğe girdi. Bir çocukları oldu ve çocuğa Odiseus adını verdiler. Odiseus’un büyüdüğünde zorlamayla da olsa Troya savaşına katıldı ve tıpkı babası gibi kurnazca bir buluşla şehrin ele geçirilmesi için büyük tahta bir at yapılması ve içine asker doldurulması fikrini ortaya attı. Savaş sonrası onun bu hikayesi ve kurnazlığı tıpkı babasınınki gibi efsaneleşecektir.

Bir gün çapkınlığıyla nam salmış Yunan tanrısı Zeus, Irmak Tanrısı Asopos’un (Ασωπός) kızı Aygina’yı (Αυγινά) elde edebilmek amacıyla bir kartal görünümüne bürünür ve Aygina’yı kanatlarına alıp kaçırır bu sırada orada bulunan Sisifos olaya tanık olur. Irmak Tanrısı sinirli bir şekilde kızını ararken Sisifos ona Korintos’un kurak surlarında bir tatlı su kaynağı yaratması karşılığında, kızının yerini kendisine söyleyeceğini bildirir. Asopos bu koşulu kabul edilince de kızının Zeus tarafından kaçırıldığını söyler. Bunun üzerine Irmak Tanrısı iyice öfkelenir, kabarır, taşar bunun sonucu tüm tarımsal alanlar su altında kalır.

Zeus Sisifos’un bu gammazcılığına çok kızar ve Ölüm Tanrısı Thanatos’a (Θάνατος) onu zincire vurup bir mağaraya hapsetmesini emreder. Ama Sisifos o kadar kolay lokma değildir bir punduna getirip Ölüm Tanrısı’nı yakalar ve bu sefer Sisifos Ölüm Tanrısı’nı mağaraya bağlar. Thanatos'un mağaraya kapatılmasıyla artık insanlar ölmezler. Yer altındaki Öte Dünya Tanrısı Hades bundan şikâyetçi olup, durumu Zeus’a bildirir. Sisifos’un tanrılara böyle kafa tutması ve tüm bunlara rağmen ülkesini bolluk ve refah içerisinde yönetmesi Zeus’u iyice çıldırtır.

İlk iş olarak Sisifos tarafından mağaraya kapatılmış olan Ölüm Tanrısı Thanatos’u kurtarır. Sonra Sisifos’un canını alması ve ağır bir ceza ile cehenneme gönderilmesini buyurur. Ölüm Tanrısı Sisifos’u bulur. Sisifos, Thanatos’u görür görmez canını alacağını anlar ve kurnazca bir plan yapar. Hemen karısına ölünce kendisi için kesinlikle cenaze töreni yapmamasını söyler. Böylelikle Thanatos’un alel acele gelip canını aldığı bahanesiyle öbür dünyaya çırılçıplak vaziyette gider. Yer altı Tanrısı Hades’e karısının kendisini öbür dünyaya törensiz ve çırılçıplak gönderdiğini bunun utanç meselesi olduğunu söyler ve karısından bunun hesabını sormak için 1-2 gün dünyaya geri dönmesi gerektiğini yana yakına söyler. Bu konuda o kadar ısrarcı olur ki sonunda Hades’de dayanamaz ve Sisifos'u 1-2 günlüğüne yeryüzüne gönderir.

Ama Sisifos’un yeryüzünden ve karısından ayrılmaya hiç niyeti yoktur. Ancak tekrar yer altına götürülür ve bu sefer cezası da çok ağır olur. Buna göre Sisifos; Çok ağır bir kayayı yuvarlayarak bir dağın tepesine kadar ittirecektir ancak her seferinde dağın zirvesine geldiğinde bu devasa kaya elinden kaymakta ve en aşağı kadar tekrar yuvarlanmakta ve bu dağa çıkartma süreci tekrar başlamaktadır. Bu ceza sonsuza kadar sürecektir.

Odiseus kendi adını taşıyan destanında Sisifos’un kaderini şöyle dile getirir.

Sisifos’u gördüm işkenceler çekerken;
Yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı,
Ha bire itiyordu onu bir tepeye doğru
İşte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam,
Ama tam tepeye varmasına bir parmak kala,
Bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri,
Aşağılara yuvarlanıyordu,
Baş belası kaya,
O da yeniden itiyordu kayayı, tekmil kaslarını gere gere
Kopan toz toprak ha bire aşarken başının üstünden,
O da durmadan itiyordu kayayı, kan ter içinde.

Ünlü Fransız yazar Albert Camus; “Sisifos Efsanesi” adlı eserinde, bu isyankâr kahramanı “anlamsızlık” temasının bir simgesi olarak görür. Sonsuza kadar sürecek bu cezaya çarptırılmasına rağmen yine de mutlu olduğunu ifade eder. Çünkü Tanrılara meydan okumuştur ve bu yaptığının da bilincindedir
.
Aslında Sisifos; göstermiş olduğu bu inanılmaz dirençle bu anlamsız ve haksız cezayı bir gün mutlaka yeneceğini ümit ediyordu. Tıpkı haksız kaderinin bilincine varıp direnen bütün insanlar gibi.